16 Eylül 2008 Salı

Uzaktayim








Uzak

Murat Başaran

Çok uzaktayım şimdi...

Oyun bitti. O telaşlı ve heyecanlı kalabalık... Sonra sahnedeki macera... Bitti...

Salon boşaldı.

Işıklar söndü.

Herkes gitti.

Ben buradayım. Ve burası çok uzak...

***

Elimde bilet...

Yanlış yer için... Yanlış zamanda...

Gecenin dipsiz kuyusunda.

İstasyonun yapayalnızı...

Yarın sabaha kadar soğuğun ve ıssızlığın...

Gün ağardığında yabancı bir kalabalığın içinde...

Yapayalnız...

Kaldığım yer, gidemediğim yerden çok uzak...

Çok uzaktayım şimdi.

***

İki kelimeyi sarıp sarmalayıp kalbimin içinde...

Senin için.

Söylemeye kıyamamıştım!

Kullanılmamış ve saf ve tertemiz...

Çok güzeldiler.

Senin içindiler...

Söylemediğim yere çok uzağım şimdi.

Senden çok uzaktayım.

***

Bu mevzide kurtaracaktık dünyayı.

İnancın, aşkın, cesaretin adı olmuştuk hani.

Sonsuzluğa ertelemiştik ya, yaşanacak ne varsa ve Allah için...

Bu mevzide kurtaracaktık kendimizi...

Ne kılıçlarımız ışıldadı, ne güllerimiz açtı.

Bizi şimşek gibi yerimizden fırlatacak o beklediğimiz nara hiç yankılanmadı.

Uzun ve yalnız bir nöbetin sabrında...

Çok uzaktayım şimdi.

***

Bir elimde geçersiz bilet...

Diğerinde paslı bir kılıç...

Sonra biriktirdiğim kelimelerle...

Bekliyorum.

Ve biliyorum; çok uzaktayım...

19 Haziran 2008 Perşembe






Sitare
“Çeşmek Be-zen Sitare
Ezmen Mekon Kanare”
Nerden çıktın karşıma böyle Sitare
Efsaneler dökülüyor gülüşlerindeKirpiklerin yüreğime batıyor
Telaşlı bir kalabalığın ortasında
Ayaküstü konuşuyoruz
Nedimin nigehban nergisleri gibi
Üstümüzde bütün nazarlar
Çok utanıyorum Sitare
Dün oturup hesap ettim
Sen doğduğun zaman
Ben bir askeri mektepte talebeymişim
Sen bilmezsin Sitare
Burada gündüzler çekip durduğumuz bir mercan tespih
Geceler içinde uyuduğumuz birer siyah buluttu
Her akşam dokuzda yat borusu çalardı
Yat borusu baştan aşağı hüzün çalardı
Bir derin uykuya atardım kendimi
Siyah benli bir kız düşlerime kaçardı
Bende onu alır anamın düşlerine kaçardım
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum
Seninle konuşurken Sitare
Aklıma yıldızlar dökülüyor
Bir çaresiz Zühre oluyorsun
Babil caddelerindeAteş gözlü kahinler koşuyorlar arkandan
Binlerce meşalenin ışığı kımıldıyor saçlarında
Gökyüzü salkım salkım
Zigguratlar tıklım tıklım
Dönüp dolaşıp dudaklarına takılıyor aklım
Ah benim bu akıldan sıyrılmış aklım
Kimi gün boşlukta konacak yer bulamayan
Kimi gün inatçı yosunlar gibi kepez diplerine yapışan aklım
Gözlerine baktığım zaman Sitare
Bütün çöllere ay doğuyor
Yoldaş ediyorum kendime İmrül Kays’ı Antere’yi A’şa’yı
En kuytu vahaları dolaşıyorum
Hangi vahaya gitsem çadırlar sökülmüş Sitare
Çadırla su arasında bir cılga var
O cılgada narin ayak izlerin var
Durgun suya düşüp kalmış gözlerin var
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum
Bazan sapsarı bir benizle geliyorsun
Yorgun çizgileri alnında uykusuzluğun
Biliyorum içinde bir sızı var
Bıçak ağzı gibi bir sızı var
Bu sızıdır işte seni verimsiz kılanZüheyr’in Suad’ı gibi keremsiz kılan
Kuzeyden güneyeGüneyden kuzeyeHeyy!
Gidip geliyorum bu çöllerdeKureyş’in heybetli ve inatçı develeri
Hiç aldırmadan benim esmer sevdama
Geviş getiriyorlar ufka bakarak
Ben kaçıp Yesrib’e sığınıyorumYesrib bahane, bir kitaba sığınıyorum
Dağda, ovada, badiyede okuduğum hep elif
Elif diyorum Sitare, sineme elif çekiyorum“Ah minel aşk-ı ve halatihi..”
Çok eski bir gerçektir bu biliyorum
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum
Sinsi bir yağmur altında beraber yürüyoruz
Ve ikimizde ıslanıyoruz
Ben ne yağmurlar gördüm Sitare
Ben kaç kez iliklerime kadar ıslandım
Bilmiyorum sen kaç yaşındaydın
Ben göğü hep bir kurşun gibi ağır
O şehirde sırılsıklam gezerdim
Bölük bölük insanlar boşanırdı tapınaklardan
Tapınaklar insanları safra gibi atardı
Sonra hepsi bir yere toplanıp bana bakarlardı
Bir gün bu şehrin kirli yağmurları alıp götürdü beniGidip bir Uygur çadırında göğü dinledim
Kara bulutlar kükrerken bir Kaşkar sabahındaOturup Aprunçur Tigin ile seni konuştuk
Bakışlarımı sunuyorum, tereddütsüz alıyorsun
Gizli bir tebessümle çağırıyorum, geliyorsun
Kaşı karam, gözü karam, saçı karam
Umay gibi yumuşak huylum
Nerden çıktın karşıma böyle
Sesin ılık bir bahar güneşi gibi ığıl ığıl akıyor içime
Asya’nın bozkırlarında ordular düşüyor peşime
Yığılıp kalmışım bu Anadolu toprağına Sitare
Adam akıllı yorulmuşum
Ellerin böyle olmamalıydı
Ellerine acıyorum
Ve kim bilir kaç zamandan beridir kalbimi öğütlüyorum
Durup durup ıssız yerlerde“güçlü ol ey kalbim, güçlü ol
Daha çok işimiz var” diyorum
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum

Dilaver Cebeci

14 Haziran 2008 Cumartesi

Ahhhhh!






- Tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.
- Sahi mi? Yani, sayısız günahlar işlediğim halde, hiç günah işlememiş sayılacağım öyle mi?
- Tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.
- Ciddi misiniz? Oysa, bana kalsaydı, ben kendimi bile bu kadar kolay affedemezdim. Dostlarımdan bile öyleleri var ki, bir hata ettim diye beni defterden sildiler. Artık görüşmüyorlar. Ben de çoğu arkadaşıma ilk hatasını görür görmez küstüm. Hiç hata etmemişler gibi davranmam çok zor onlara. Oysa siz…
- Tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.
- Daha önce tövbe etmediğim günahlarım da var benim. Özür dilemeyi unuttuğum hatalarım var. Yanlış olduğu halde, yanlışlığını kabullenmediğim bir sürü yanlışım var.
- Tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.- Nasıl yani? İçimde azıcık bir pişmanlık olsa bile, özür dilemiş mi sayılıyorum? Dilime varmayan içimdeki “ah!”lar da tövbe diye mi kabul ediliyor. Yüzümün kızarması da… Öyle mi?
- Tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.
- Ben… Şimdi.. Tövbe etsem… Olur mu ki? Yani, şimdi hatırladıklarım için özür dilesem hepsine tövbe mi etmiş olacağım? Hepsinden affedilebilir miyim sahiden?
- Tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.
- Doğru ya, “hiç günah işlememiş gibi” diyorsunuz. Hiç günah işlememiş gibi olmak için hepsinin bağışlanmış olması gerekli. Hımm; anladım.Peki, ya yeniden günah işlersem? O zaman sözümden dönmüş olacağım. İyice günaha dalacağım. En iyisi, en sonunu beklemek özür dilemek için.
- Tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.
- O günahtan da tövbe edebilirim yani.. Özür dilemek için her zaman fırsatım var demek! Ama neden bu cömertlik? Niye bu kadar bağışlayıcılık?
- Tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.
- Sevildiğimi bileyim ha! Hata edebileceğim baştan biliniyordu ama yine de var edildim. Günah işleyeceğim belliydi ama yine de nefes veriliyor bana. Özür dilerim umuduyla.. Her sabah güneş, ben özür dilerim belki diye mi geliyor dünya ufkuna? Yeter ki, özür dileyecek içtenlikte olayım. Huzura geleyim. Günahsızlığıma güvenip huzurdan kaçmamdan ise, günah vesilesiyle de olsa huzura gelmemi iyi bir şey sayıyorsunuz. Boynumu bükmem, mahcup olmam, gözlerimin yaşarması bu kadar mı önemli sizin için? Günahsızlıktan bile önemli ha!
- Tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.
- İçimde bir ateş bir ateş ki, hiç sormayın! Yanıyor, yakıyor. Yanıyor, yakıyor. Söner mi, dersiniz?
- Tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.
- Hiç günah işlememeye içten niyetlenirsem olur öyle mi? Ama şaşırırsam başka.. Unutsam da yeni imkanlar var önümde. Kredim bitmiyor hemen. Yeter ki o içtenliği bir an hissedeyim. Yani, hiç günahsız bir bebek gibi, hiç hatasız bir dost gibi tatlı bir mahcubiyetle yaşamamı istiyorsunuz. Beyaz bir sayfayı hiç kirletmeme ihtimamını kuşanayım yeter; öyle mi?
- Tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.”
- Özür diliyorum Rabbim… Bin özür; milyonlar özür… Çok utanıyorum; çok mahcubum. çok, çok… N’olur, affet beni, affettiğini bildir. Affedildiğimi hissedeyim. Söz veriyorum (veriyorum mu ki?) bir daha asla! Bir daha asla, bir daha asla, bir daha asla, bir daha asla…
- Tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.
- Hiç günah işlememiş gibi mi gerçekten… Yani, günah işleyip de affedilmiş bile değil. Sanki hiç işlememiş gibi! Hiç! Hiç! Hiiççç! Affedildim mi şimdi? Yeni baştan adam sayılıyorum ha! Sıfırdan başlıyorum demek!
- Tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.
- Hatalarım hiç yüzüme vurulmayacak demek! Hatırlatılmayacak bana. Unutturulacak. Hatırlayıp da utanmayayım diye. Hatırladığım olursa da, içimdeki sızıyla bir daha özür dileyeyim diye. Defterimden de silinecek, hafızamdan da. Hatta, affedildiğimi bile hatırlamayacağım. Ne güzel bir bağışlama bu. Bağışlayan bağışladığını bağışladığına fark ettirmiyor bile.
- Tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.
- Hiç günahsızlar nasıl yaşarsa, öyle mi yaşamam gerekiyor bundan böyle?
- Tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.
- Efendim?
- Tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.
- Sesiniz, sesiniz, ne güzel sizin! Bir daha söyleseniz! Bir daha! Sözünüzden de güzel sesiniz. Müjdenizden bile tatlı söyleyişiniz. N’olur, bi’daha konuşsanız!
- Tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.
- Yüreğime su serptiniz! Ne kadar serinledim bir bilseniz.
- Tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.
- Efendim, siz ne güzel müjdecisiniz! Fakiri sevindirdiniz.
- Tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.”
- Efendim, Siz.. Siz.. Siz… Siz… Siz… Ne güzel elçisiniz! Niye buraya kadar zahmet ettiniz? Ah!

Senai Demirci

Su Damlalarının Güzelliği…






“Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, onlar bunlardan yüz çevirerek üzerlerinde (düşünmeden) geçer giderler” (Yusuf,105)
Her suret Seni göstermeye bahanedir.
Her ayinede görünen Senden nişanedir…
Her zerre ‘Bir’liğini açıkça seslendirmektedir.
Her varlık kudretini ayan beyan dillendirmektedir.
Öyle şiddetli görünüyorsun ki, ışığın gözü kamaşıp Seni perdelemektedir…
Öyle Zahirsin ki,kimse gözünü Senden ayıramadığı için Seni fark edememektedir.
Sen kudret ve rahmet eserlerini görünür kılmasan, aklımın ayağı dolaşır.
Sen güzel isimlerini aşikar etmesen, ruhum karanlıkta kalır…
Görünenler Senin görünmek dilemenle görünür; görünenlerin sırrını aç bana.
Görünenler Senin göstermenle görünür; eşyanın hakikatını göster bana…

Senden başkası tanık olmaya değmiyor; zuhuruna tanık olanlardan eyle beni.
Seni anlatan kelimeler hiç bitmiyor; ayetlerine şahit yaz beni.
Gözlerim Seni görmeye yetmiyor; kalbimde görünür eyle kendini…

Senai Demirci
“Ve gökten mübarek (bereket ve rahmet yüklü) su indirdik; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik” (Kaf Suresi, 9)


11 Haziran 2008 Çarşamba

Hazret-i Üftâde...








Bâğ-ı aşkın andelibi, hazret-i Üftâde'dir.
Dertli âşıklar tabîbi, hazret-i Üftâde'dir.
Vâsıl-ı kâmil odur, tevhîd-i Zâta şübhesiz,
Gösteren râh-ı Hüdâyı hazret-i Üftâde'dir.
Eyleyen rûhundan istimdâd erişir matlûba,
Halleden her müşkilâtı, hazret-i Üftâde'dir.
Sıdkile kul ol Hüdâî eşiğinde dâimâ,
Bi’l-hakîkat kutbü’l-aktâb hazret-i Üftâde'dir.

Nigâr-ı Gülizâr Ateş...






Tecellâyı cemâlinden habibim nev-bahar ateş
Gül ateş, bülbül ateş, sünbül ateş hah u har ateş
Şua-ı afitâbındır yakan bilcümle uşşâkı
Dil ateş, sine ateş hem dü çeşm-i eşkibar ateş
Hayâli şem-i ruyinle aceb mi yansa cân u dil?
Nigârım gelde gör kalbimde ateş ah u zâr ateş.
Ümid-i afiyet besle mi bu cân yârdan hâşa
Saçar oldukça gözden ol nigâr-ı gülizâr ateş.



Esad-ı Erbili